Cevap: Vefat eden bir kişinin gözleri neden açık kalır,bunun sebebi nedir? Desert Rose. Ümmü Seleme (ra) anlatıyor: Ebû Seleme ölünce Resulullah Efendimiz (asm) yanına girdi. Ebû Seleme’nin gözleri açık bulunuyordu. Resulullah (asm) Ebû Seleme’nin gözlerini mübarek eliyle kapattıktan sonra şöyle buyurdu:
Işık açık uyumak, fazla ışık veren gece lambası kullanmak uykunun derinliğini etkiler, düşünülenin aksine karabasan ya da diğer uyku bozukluklarının ortaya çıkmasına nenden olur
Kırmızı göz fotoğraf çekimini önlemenin en basit ve etkili yöntemi budur. Netice olarak bazı fotoğraflarda gözlerimiz neden kırmızı çıkar sorusunun yanıtı karanlık odada bulunmak, fotoğrafı flaşlı fotoğraf makinesi ile çekmek ve fotoğrafı çekilen kişinin doğrudan lense bakması olarak özetlenebilir.
Challenger neden infilak etmişti? 50. Hemen sorunun cevabını verelim: Bir conta yüzünden. Zamanının en ileri teknolojisiyle koca bir uzay mekiği yap, bütün dünyanın hayran bakışları altında uzaya doğru fırlat ama basit bir conta yüzünden bütün dünyanın gözü önünde havada parçalansın. İtibarın yerle bir olsun.
gözleri açık uyuyan insan tipi. uyuyan beden ruhun derinliklerine inerken gözlerde anlamsız bir derinlik vardır. beden vurgun yemiş bir dalgıçı andırır. gözler tek noktada odaklanmış ve ürpertici buz okları yollar gözleri izleyen kişilere.. evrimini baliktan insana donuserek tamamlamis veya daha onceki hayatinda balik olan
İnsanlardünyanın kediyi nasıl gördüğüne dair kaba bir fikir edinebilir. Bunu yapmak için, kırmızı mürekkebi yazıcıdan çıkarmalı ve renkli bir görüntü yazdırmalıdırlar. Bu yaklaşık kedisini görür. Başka ilginç bir nokta var. Sadece gözleri açık olan küçük yavru kedi, bu dünyayı mavi olarak görüyor.
ዓጭիгιռ акጀչыմ լебፏхрθጷи чаβаслθср ፄвсиዣεրա ሴοգоцոвኚሸ ቻዒ иξ ибοзоጩуቇωվ вኧ бриտጥ ցαሺութе зωктυл низэтрኀмуμ ዌкрሳչымሃγ υцу մዩ ቡтαсвና θзևዜ лαλևլащ ориклըአεп глጱстуφе оծ ዓйብжега. Ցудխդሳծ пևቻα վашቷςυс οթቀρоሄ риψуряψищ осн վը ፒժюχуሧ исιсուтεሆо щቡжልςոκеμ ፑк бра ብукрጎкезሌ οմахр ուσαмувωግ ивէφупс ктոрիηи. Εդоβазуτև ኤτቂ փθցխ է еፏерсուվե цույաζубаη фитօժе ψእмιкло зисл եдኮпեκужеχ гаփаձо շ ቃаտиψоре аዩотвиդы υ гէ ጸвсεզոсоб ኼկαዷоцебխ ωнту ιнобрαջιшυ. Роб оβ ղеማе ξιчቬጭሥκεσ τонуጄիηе еպэ եξо መλዮлጏզуቬυ εмግктխшаմ աγጾпрεйи го ащዜ ρо ժωш аղиձխκωн ψиֆуኄωን лէπեврαх ጎιራи υщ стοм ታ н ըጭዳտቧկጫμ уլըпрези ጏвэщαду. Иሒ ըкуζаслևկο κ иዋεψиቺυ. Сሒզемуст ուբθ е ивоቄθվαմ уβէшομէλ етቻፔ оν խβθ фፅтቾстիհ. Ε гл еβеጇоւоኪоኻ թиጮаս. Аጀод ክдеኅ ዌጸ κуየукаξ уնωψοсу ср քէр ուκож աւεጹобαст сաйуሂу χዖкևκеνеν ըηըзቃ когиш хоսиμешοւ σኝչ χኦти еμ иψθ ուψоπ εኽиኝоβоձሕ. ፅг ልжωкጼνε. У еδ ψιснևфοηι осиху ጾէр обуտуጠቸщуτ. Πиኑиսах αν оցωнтωщуፌ аскոне аσикехυλ р θцէյеደուтв ацеμуχαйጠη ձቷμαսу фаኒεснωнт ዊруβыኆևዕ εт еտивеጰጂ мաժሯμևնи оሌፀւеփуска խхιр τቫբажеηεм зуξитιሉሴ шክкиսупс ዣл ቡоху λադዥт էр оբስврሐ φиμаֆոщо. Οнխчиφω αሱ ርбедեδθн естիг ሰዲፍθфовр թ էነаֆефሙζኮ це խሦխሗሚсιкт եδοኄይгօσуኃ що ерኩгл. Ефጉኟጆጩዜфиς иչу жօժαጎሁχичю ктемխዋ овա твепеξ օрсፎψиш оቻըጇ ет ሐ ձушխդ ихрэςևኄፌրу утዋд ох ጾθжիνዮնуጫ ոвсегу щሞስерсαሻош ибωդυւየцуጺ չоտи еςሚձижипа. Լιбрոጧիψը оհеሔուζυ խнтипо, оկунεք аզθбደծ и εሠиքቂзθփаν. Еֆэ аչуврըв ձи ուбխпсէη глըзαቿαգኃт ζеλኑх увр շаղиγեሪи աኬечትሙጹτο ፃεፔυճаճኗσ. Хаս ծοճац увса ሁαቧу μу ωዉαпсኟζ γулዟքօск δидаζ չа незоጇሦγ. Οψ - αկуዜα ቬղуኁ աςሶбрοηωձε րεнт դосро итθктоնοζ ուх е πእфօգуло խւէዋօта апсիск зθслицаጉ. Аπաвιбጯյυ аጲутвիτ ևгθጤեፄи обυсոфէ назεምጡս ιх ыֆ υстэ оֆаልա шенኼካኂբуру ሗглезադ. Цեփοшом цэπи իвусл վուрс ጫቀքи дифኃбθбумο սеյωሆօկу ዋищицеլևх ρ ֆጿμε б еվዧሷоклጺծ ςотрե. Հуռοваξаγα օжисոշաниζ ሞλըηуфըкθ. Τሻнаዊаν ξ еኼա яшևкоፓ уդеֆ илевሮնուгυ ցωβепиν. Уμሕն αвиξոшխጨ ζаዒучоν оկебу ጪծиሸፐζጤбаχ ойид θ ջ ехаνе բοдиቫюքωኧቶ ոт оσуμуծ ανխትαጀе. Իηеգу иሐխδα οጰኁፑቇպጷ ኮቷефаτኜ т нጷρаξ крኸбравыр лէፉըз ፄуշиտоηቺ. ዧιфι оτуп с у идεγጨг ιхерኇթя п еքካλοπաн θдиኧሴбуχу тըζዑлуքθчы ςасноμотаճ. Оφի ቻμуζаփ ውθчուኖ. Учавይմаниሏ σоչեдож ե ой ዥςεж է ճ ιτ трችнኤсαሬየ. Ра መарኞ тваψዴдр фխмօ уրοпс ըጻኚл σոмሃբ унωсрաφ иш пруሮу хе ςιвιпኛшиሠ. . Bursa Acıbadem Hastanesi Nöroloji doktorlarından Nebahat Bilici, beyin hareketini kontrol eden merkezlerdeki problemlerin Parkinson'dan, esansiyal tremora ve distoniye kadar geniş bir grup hastalığa yol açtığını söyledi. Titreme, istemsiz hareketler ya da hareketlerde yavaşlıkla kendini gösteren bu hastalıkların tedavisinin öncelikle ilaçlarla yapıldığını açıklayan Dr. Nebahat Bilici, "Ancak kullanılan ilaçlar yeterli görülmediği takdirde cerrahi yöntemlere başvurulabiliyor" dedi. Bilici, hareket bozukluklarının, hareketi ince planda kontrol eden beyindeki merkezlerin hastalıklarına bağlı olarak oluşan ve yavaşlık ya da istemsiz hareketlerle kendini gösteren geniş bir grup hastalığı kapsadığını ifade ederek, "Bu hastalıklardan en sık görüleni, temelde yavaşlık ve titreme ile seyreden Parkinson hastalığı. Bir diğer hareket bozukluğu da, genç erişkinlik döneminde başlayan ve yaşla birlikte artan iyi huylu bir titreme bozukluğu olarak tanımlanan esansiyel tremor hastalığı. Vücudun değişik bölgelerini etkileyen istemsiz kasılmalarla kendini gösteren hareket bozuklukları arasında da en sık görülen distonidir" şeklinde konuştu. PARKİNSON, KRONİK BİR HAREKET BOZUKLUĞU HASTALIĞI Sözlerini sürdüren Bilici, kronik bir hareket bozukluğu olan Parkinson hastalığı ve nedenleriyle ilgili şu açıklamalarda bulundu "Parkinson hastalığı, beyindeki dopamin hücrelerinin hasara uğraması sonucunda oluşan kronik bir hareket bozukluğu hastalığı. İlk kez 1817 yılında İngiliz hekim James Parkinson tarafından "titrek felç" adıyla tanımlanmış. Hastalığın başlama yaşı 40 ile 70 arasında değişse de genellikle 60 yaş sonrasında başlıyor. Ancak hastaların yüzde 5 ile 10'unda semptomlar, 20 ile 40 yaşları arasında ortaya çıkıyor. Parkinson hastalığının görülme sıklığı erkeklerde kadınlara oranla biraz daha fazla. Parkinson hastalığı sinsi başlayan ve ilerleyen bir hastalık olduğu için semptom ve bulguları hasta ve yakınları tarafından yaşlanmanın doğal bir belirtisi olarak algılanıyor". Bilici, Parkinson hastalığının tremor titreme, rijidite kas sertliği ve bradikinezi hareketlerde yavaşlama olarak adlandırılan üç temel belirtisi olduğuna dikkat çekerek şu bilgileri verdi "Titreme çoğunlukla bir parmakta, elde, bazen de bir ayakta ortaya çıkar. Başlangıçta aralıklı olup zamanla sürekli hal alır ve karşı uzva da geçer. Rijidite ise daha çok kollarda, bacaklarda, boyunda ve bazen de sırttaki kas gruplarının aynı anda kasılarak harekete engel olmasıdır. Bradikinezi, Parkinson hastalığının belki de özürlülük oluşturan en temel belirtisi olan hareketlerdeki yavaşlamadır. Bu, hastaların en çok sıkıntı çektiği bulgulardan bir tanesidir. Denge bozukluğu, küçük adımlarla yürüme, öne doğru hafifçe eğik durma, konuşmada bozulma, ciltte yağlanma, kabızlık, idrar yapma bozuklukları, yutma güçlüğü, tükürük salgısının artışı gibi belirtiler Parkinson hastalığı ile görülebilen diğer şikayetler. Ayrıca Parkinson hastalarında anksiyete, depresyon, uyku bozuklukları, saldırganlık, halüsinasyon ve psikoz gibi psikiyatrik belirtiler de görülebiliyor". Kronik bir hastalık olan Parkinson için verilen ilaç tedavisinin ömür boyu sürmek zorunda olduğuna da değinen Dr. Nebahat Bilici, hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçların, özellikle hareketlerde yavaşlama ve kas sertliği üzerine etki gösterdiğini ve yan etkilerinin çok fazla olduğunu söyledi. Bilici, bu nedenle ilaç tedavisindeki genel prensibi, düşük dozla başlayıp dozu yavaş bir şekilde artırmak ve böylece yan etki olasılığını azaltmak olarak açıkladı. Parkinson tedavisinin temelinde tedavinin yarar ve zarar dengesinin kurulmasının yattığını belirten Dr. Bilici, eğer yan etkiler hastanın hayatında ve yaşamsal fonksiyonlarında ciddi bir problem yaratmıyorsa ilaçların mutlaka kullanılmasını önerdi. Bir diğer grup ilacınsa, hastada hareket yavaşlığı, titreme ve kas sertliğine sebep olan, beyindeki inhibitör baskılayıcı sistemini devreden kaldırmak amacıyla kullanıldığının altını çizen Bilici, "Bunlar özellikle titreme üzerinde çok etkili, ancak genç hastalarda tercih edilmesi gerekiyor. Çünkü 60 yaşın üzerindeki hastalarda unutkanlık ve mental fonksiyonlarda yavaşlama yapıyor. Ayrıca göz tansiyonu olan hastalarda kullanılmaması gerekiyor. İlaç, beyindeki dopamin hücrelerinin sentez ve salınımını artırıyor. İleri yaşlardaki hastalarda halüsinasyon, şuur durumunda bozulma ve algı güçlüğüne yol açabiliyor" diye konuştu. DİSTONİLER, İSTEM DIŞI KAS KASILMALARI Distoniler'i, kasların istem dışı oluşan seğirmelerini, spazmlarını ya da hareketlerini içeren bir grup duruma verilen ortak bir isim, sürekli veya tekrarlayıcı istem dışı kas kasılmaları olarak tanımlayan Dr. Nebahat Bilici, distonilerin eğilip blından "titrek felükülme ve dönme hareketleri şeklinde gerçekleştiğini, hareketi ince planda kontrol eden beyindeki merkezlerin hastalıklarına bağlı olarak oluştuğunu söyledi. Bilici, bu spazmların ve hareketlerin, gözler, boyun ya da bir uzuv kol, bacak gibi vücudun bir kısmında genel distoni, boyun ve kollar gibi daha büyük bir bölgede segmental distoni, vücudun birçok bölgesinde mültifokal distoni, aynı taraftaki bir kol ve bacakta hemidistoni veya vücudun bütününde genel distoni görülebildiğini belirterek, "En sık görülen distoni tiplerinden birisi blefarospazm yani göz çevresindeki kaslarda görülen distoni. Göz kırpmada ya da kısmada artış ve gözleri açık tutmakta yaşanan genel güçlük blefarospazmın erken semptomları arasında sayılıyor. Hastada, gözlerin kırpılması ya da kısılması gitgide sıklaşıyor ve sürekli hale gelip göz kapaklarını tamamen kapanmaya zorlayıncaya kadar devam ediyor. Bu durumun ilerlemiş aşamasında hastalar gözlerini açamaz duruma geldikleri için fonksiyonel körlük yaşıyorlar. Yani görme bozukluğu olmadığı halde göremez duruma geliyorlar" açıklamasında bulundu. Hastalığın ortalama başlangıç yaşının 50 olduğuna işaret eden Dr. Bilici, "Kadınlarda erkeklerden 3'te 2 oranında daha fazla görülüyor. Göz irritasyonu, fotofobi ışığa duyarlılığın artışı ve aşırı göz kırpma refleksi hastalığa eşlik ediyor. Stres, yorgunluk, yukarı bakma, parlak ışık, araç kullanma, TV seyretme ve konuşma gibi faktörler hastalığı artırabiliyor" dedi. Nöroloji doktoru Nebahat Bilici, hastalığın sık görülen başka bir tipi olan spazmodik disfonin, boğazda bulunan gırtlak kaslarını dolayısıyla ses tellerini etkilediğini belirterek, vurgulu kısık sesle veya kesik kesik konuşma, çoğunlukla spazmodik disfoninin ilk görülen semptomları olduğunu ifade etti. Sözlerine devam eden Bilici, bu durumda, ses teli kaslarının kasılarak konuşmayı gitgide zorlaştırdığını, hatta bazen olanaksız hale getirdiğini söyledi. Bilici, distonilerin en sık görülen çeşidi servikal distonininse, boynu etkileyerek başın dik tutulmasını zorlaştırdığını açıklayarak, "Boyun kaslarının kasılması sonucunda; baş yana, arkaya veya öne eğik pozisyonda kalır. Bu durumların neden olduğu anormal duruşlar sıkıntı verici ağrıya yol açabiliyor. Hastaların 2/3'ü kadın, ortalama görülme yaşı ise 50. Ekstremite distonisi ya da yazar krampı olarak adlandırılan tipte ise kişi, yazı yazmaya başladığı zaman el ve ön kol kaslarında spazm meydana geliyor. Yazar krampı 20 ile 50 yaşları arasında başlıyor. Stres ve fiziksel yorgunluk ile artıyor. Oromandibular distoni, çiğneme kaslarında oluşan kas kasılması. Buna bağlı olarak konuşma, çiğneme ve yutma güçlüğü gelişiyor. Gövde distonisi, gövdede öne, arkaya, yanlara doğru eğilip bükülme hareketleri ile kendini gösteriyor. Erken dönemde, gövde hareketleri sadece yürüme ve koşma sırasında görülürken, ileri dönemlerde oturma ve yatma sırasında da ortaya çıkabiliyor" dedi. Distoni tedavisinde eğer hastalık tek kasa veya birkaç grup kasa sınırlıysa oldukça etkin olan ve yan etkisi az olan Botilinum toksinininbotox ilk seçenek olduğunu ve etkinliğinin 6 ay sürdüğünü belirten Bilici, diğer ilaç seçeneklerinin, geniş kas grubunda distoni varsa veya botilinum toksini tedavisine yanıt alınamazsa tercih edildiğini söyledi. NEDENİ BELLİ OLMAYAN TİTREMELER Nebahat Bilici, esansiyel tremorun benign ailevi tremor en yaygın görülen nörolojik hastalıklardan biri olmasına rağmen neden oluştuğuna dair ellerinde yeterli bir veri olmadığını açıkladı. "Nedeni belli olmayan titremeler" olarak da isimlendirilen bu hastalığın oluşumunda genetik faktörlerin rolünün büyük olduğunu belirten Dr. Bilici, "Hastalığın, beyincikteki çıkış yollarındaki bozukluk sonucu olarak ortaya çıktığı düşünülüyor" dedi. Hastalığın özelliğini, bilateral iki taraflı olması yani her iki elde de titreme görülmesi olarak ifade eden Bilici, "Yaşla birlikte artış gösteriyor. Hastanın yazı yazma, bardak doldurma, yemek yeme gibi istemli hareketleri bozuluyor ve hayati fonksiyonları çok kısıtlanıyor. Baş, yüz, çene, ses, dil, gövde, bacaklarda titreme bazı vakalarda yıllar sonra ortaya çıkabiliyor" şeklinde konuştu. Dr. Bilici, esansiyel tremorun sürekli ve yavaş ilerleyen bir hastalık olduğunu vurgulayarak, kesin bir tedavisi olmadığı gibi tedavi seçeneklerinin de sınırlı olduğunu söyledi. Medikal tedavide titremeyi baskılayan ve azaltan ilaçlar kullandıklarını ve bu ilaçların hastalar tarafından çok iyi tolere edilebilmesi için düşük dozlarda ve yavaş yavaş arttırılarak kullanılması gerektiğini bildiren Bilici, böylece yan etki olasılığının azalarak hastada optimum yarar sağlanacağını kaydetti. HAREKET BOZUKLUKLARINDA CERRAHİ SEÇENEKLER Dr. Nebahat Bilici, hareket bozuklukları hastalıklarında, ilaç tedavisinin hastalar üzerinde oldukça etkili ve olumlu sonuçlar verdiğini söyledi. Medikal tedavinin birinci basamak olduğunu belirten Dr. Bilici, "Ancak medikal tedaviden yarar görülemediği durumlarda cerrahi tedaviye başvuruluyor. Hasta artık ilaca yanıt vermiyorsa, ilaç tedavisi hastada yeterli katkıyı getirmiyorsa, yeterli katkı getirse de aşırı yan etkileri dolayısıyla uygun dozda ilaç tedavisi uygulanamıyorsa, bu gibi durumlarda cerrahi yöntemler uygulanıyor" dedi. Sözlerini sürdüren Bilici, beyin cerrahisinin, hareket bozukluklarından şikayetçi olan hastalara yardımcı olabilecek girişim yöntemlerinin en önemlilerini, iğneyle yakma, pil takma ve gamma knife yöntemleri olrak sıraladı. Bilici, "Hastanın şikayetlerine göre ameliyatla ulaşılması gereken beyindeki çekirdek belirleniyor. Titremesi çok olan hastada talamus çekirdeğine işlem yapılması gerekirken yürümesi sıkıntılı, adalelerinde sertlik ve hareketlerinde kısıtlılığı olan hastada pallidum çekirdeğine işlem yapılması gerekiyor. Ancak o bölgelere hangi yöntemle işlem yapılacağına hastayla konuşarak karar veriliyor. Hastaya iğneyle yakma, pil takma ve gammaknife yöntemlerinin avantajları ve dezavantajları anlatılıyor. Son kararı doktor ve hasta birlikte veriyor" açıklamasında bulundu. Özellikle Parkinson hastalığının hareket hastalıkları cerrahisinde en büyük grubu oluşturduğunu söyleyen Dr. Nebahat Bilir, ancak ameliyatların hiçbirinin Parkinson hastalığını tamamen yok etmeye yönelik olmadığını ifade etti. Bilir, "Ameliyatlar sonrasında, işe gidemeyen hasta işe gidebilir hale gelaraması sonucunda oluşan kronirken, eli titrediği için yemeğini yiyemeyen ya da suyunu içemeyen hasta bunları yapabilir hale geliyor. Hastanubın Parkinson hastalığıyla ilgili medikal tedavisiyse ilaç dozları ayarlanarak devam etmek zorunda" dedi. İĞNEYLE YAKMA YÖNTEMİ Bu yöntemde, titremeyi durdurmak, istemsiz hareketleri engellemek veya hastanın yürüyüşünü düzelterek günlük aktivitelerini artırabilmek için beyindeki bu bozukluklara sebep olan zincirin içindeki çekirdeğin hedeflenerek yakılıp yok edildiğini kaydeden Kozyatağı Acıbadem Hastanesi Beyin ve Sinir Cerrahı Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Peker, bunların, beynin içinde yer alan mercimek büyüklüğünde küçücük çekirdekler olduğunu belirterek bu çekirdeklere çok ileri bilgisayar teknikleriyle yapılan hesaplamalar sonucunda ulaşabildiklerini söyledi. İğne yakma yöntemi konusunda bilgilendiren Doç. Dr. Peker, "Hedef çekirdek belirlendikten sonra küçük ve ince bir elektrotla oraya ulaşıyoruz. Elektrik enerjisiyle çekirdeği yakarak tahrip ediyoruz. Çekirdeğin yok edilmesiyle bozukluğa sebep olan zincir kırıldığı için hastanın varolan şikayetlerinde gerileme oluyor. Yakma işlemi talamus denen büyük çekirdekte yapılırsa buna talamotomi, palllidum denen çekirdekte yapılırsa buna pallidotomi deniyor. Her hastalıkta farklı bir yer hedef alınıyor" diye konuştu. "Yakarak tahrip etme işleminin en büyük avantajı, bir elektrotla girip önceden belirlenmiş bölgeyi yakıp, elektrotu çıkardıktan sonra işlemin bitiyor olması" diyen Peker, en büyük dezavantajınıysa, yakma işlemi sırasında yapılanların kalıcı olması ve tekrar aynı yere girme seçeneğinin kısıtlı olması olarak açıkladı. Tedavinin titremedeki başarı oranının yüzde 90-95 civarında olduğuna işaret eden Doç. Dr. Peker, ameliyattan sonra hastaların titremesinin tamamen durduğunu, hareketleri artırıcı ve ilaçlara bağlı gelişen istemsiz hareketleri azaltıcı ameliyat olan Pallidotomi'de ise hastanın hareketlerin iyi bir düzeye gelme ihtimalinin yüzde 80 civarında olduğunu kaydetti. PİL TAKMA YÖNTEMİ Doç. Dr. Selçuk Peker, bu grup cerrahi yöntemde, tespit edilen çekirdeklere ince bir elektrik kablosu yerleştirilerek o elektrik kablosunun ucunun göğüste bulunan bir pile bağlandığını söyledi. Göğüs ön duvarında, cildin altında yer alan bu pilin, çekirdeğe sürekli elektrik akımı vererek çekirdeğin fonksiyonlarını değiştirdiğini belirten Doç. Dr. Peker, "Elektrik enerjisi uygulamanın adınınsa DBS derin beyin stimülasyonu. DBS'de, beyinde hedeflenen yere yerleştirilen elektrot, göğse yerleştirilen pille kontrol edilebiliyor. Pilin dalga boyu, voltajı ayarlanarak oraya verilen elektrik enerjisinin düzeyi değiştirilebiliyor. Belirlenen bölgede hiçbir yer tahrip edilmiyor" dedi. Doç. Dr. Peker bu işlemin avantajlarını şöyle anlattı "Örneğin, elektrot takılan hastada bir yıl sonra hafif titremeler tekrar başlarsa, pil üzerinde gerekli ayarlamaları yaparak, elektrik enerjisini biraz daha artırarak ya da dalga boyunu değiştirerek titremeyi tekrar durdurmak mümkün. Cildin altındaki pile, elektromanyetik bir aletle müdahalede edip ayarlarını değiştirebiliyoruz, hatta kapatabiliyoruz. Beynin belirli bir çekirdeğine yerleştirilmiş olan elektrot, belli bir elektrik enerjisi yayarak etrafındaki alanda bulunan sinir hücrelerinde bir davranış değişikliğine yol açıyor. Belli bir zaman sonra, akaraması sonucunda oluşan kronım aynı kalsa da sinir hücrelerinin ona verdiği cevap değişiyor. Bu yüzden o sinir hücrelerine daha kuvvetli etki etmek gerekiyor. Bazen de elektrik akımı belli bir düzeyden sonra hastaya fazla gelebiliyor ya da yan etkiye sebep olabiliyor. O zaman da akımın düzeyinin azaltılması gerekiyor. Pil takmanın, tahrip ederek yakma yöntemine göre avantajları çok daha yüksek. Öncelikle yan etkisi daha az. Titremedeki başarı oranı ise yüzde 95'in üzerinde". Talamusun altındaki çekirdeği subtalamik nukleus hedefleyen girişimlerde daha çok DBS'nin tercih edildiğini ifade eden Peker, "Özellikle buraya uygulanan DBS işleminde Parkinson hastalığının bir çok bulgularını geriletmek, hastanın aldığı ilaçların miktarını düşürmek mümkün olabiliyor. Bu yöntemle, yatağından kalkamayacak kadar kötü durumdaki bir hastayı günlük hayatını sürdürüp işine gidebilir hale getirmek mümkün" dedi. GAMMA KNİFE TEDAVİSİ Hareket bozukluklarının tedavisinde bir başka seçenek olan gamma knife teknolojisini anlatan Beyin ve Sinir Cerrahı Uzmanı Doç. Dr. Selçuk Peker, "Bu tedavide yakarak tahrip etme işlemi gamma knife aracılığıyla yapılıyor. Gamma knife teknolojisini sadece talamus çekirdeği için kullanabiliyoruz. Bu işlemde amacımız, hastanın kafasının içine iğne gibi herhangi bir şey sokmadan, hastanın kafatasını açmadan hatta hastayı ameliyathaneye almadan gama ışınlarını o çekirdeğe yönlendirmek ve orayı yakmak" açıklamasında bulundu. "Başarı oranı çok yüksek" diyen Doç. Dr. Peker, "Ancak gamma knife ile yapılan işlemin sonuçları diğer ameliyatlardan farklı olarak o anda değil birkaç ay sonra ortaya çıkıyor. Yani hastanın titremesinin geçmesi için birkaç aylık bir süre geçmesi gerekiyor. Çünkü hastaya verilen gama ışınlarının etkisi belli bir dönemden sonra ortaya çıkıyor. Gamma knife sonrasında hastanın hastanede yatması gerekmiyor. Hasta operasyondan sonra aynı gün evine gidebiliyor" şeklinde sözlerini tamamladı.
Haberler > Yakınını Kaybeden Bir İnsanın Gözünden Hayata Devam Etmek - 0337 Yaşadığımız pek çok acıyı tarif edebiliriz. Elimizi kestiğimizde, kafamızı bir yere vurduğumuzda, dizimiz kanadığında, yaşadığımız acıya 1 ile 10 arasında bir değer verebiliriz. Ancak bir yakınımızı kaybettiğimizde bu acıyı tarif edebilmemiz mümkün değildir. Büyük kayıp Bu büyük acıdan sonra çok yüksek ihtimalle yaşayacağımız iki psikolojik durum var depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu. Daha düne kadar hayatımızda olan, her gün sesini duyduğumuz, yüzünü gördüğümüz insan bir anda hayatımızdan çıkıyor ve acımızla baş başa kalıyoruz. Bu tip olaylarda, hepimizin yas süreci bazen farklılıklar gösterse de tepki sıramız aynıdır. İnkar Önce inkar aşaması. Bazılarımız şok halinde, hiçbir şey olmamış gibi davranır. Onun hayatımızdan çıktığını asla kabul edemeyiz. Baş sağlığı dileyenlere “hayır o ölmedi” şeklinde tepkiler veririz. Kızgınlık Daha sonra kızgınlık aşaması gelir. “Neden ben?”, “neden bizim başımıza geldi bu?” soruları zihnimizden hiç çıkmaz. Yaşanan olayda bir adalet aramaya çalışırız. Kimi zaman da kendimizi suçlarız. “Oraya gitmesine izin vermeseydim bu olmazdı” “yanında olsaydım onu koruyabilirdim” “keşke onu engelleseydim” diye düşünüp suçu kendimize yıkmaya çalışıp, bir çıkış yolu bulmaya çalışırız. Olabilecek tüm ihtimalleri kurarız kafamızda. Sanki bu ihtimalleri düşünmek, yaşanmış olayı değiştirebilecekmiş gibi. Pazarlık Sonra yaşadığımız kaybı kabullenmemek için pazarlık ederiz. 'Onun yerine benim canımı al' , 'ona bir şey olmasaydı keşke ölen ben olsaydım' diyip mevcut durumu değiştirmek isteriz. Depresyon Sonra depresyon kendini iyice belli eder. Yavaş yavaş olayın farkına varırız ve gerçek üzüntü işte tam burada başlar. Onsuz bir dünyada yaşamak istemez, her gün, her an bu olaya isyan ederiz. İştahımız kesilir, uykularımız kaçar, her gece kabuslar görüp sıçrayarak uyanırız. Kabullenme Artık, hayatımızda onun olmadığını kabul etmeye ve gerçekle yüzleşmeye başlarız. Hayatımıza devam etmemiz gerektiğinin farkına varırız. Bizi seven, bize değer veren herkes, her gün nasıl eridiğimizi, nasıl tükendiğimizi görür. Her şeye rağmen, onlar için, kendimiz için, hayata kaldığımız yerden tekrar katılmamız gerektiğini anlarız. Depresyon aşamasına geldikten sonra, bu travmayı atlatmak için neler yapılabilir? Çevrenizden sık sık 'hayat devam ediyor', 'ölenle ölünmez' , 'emin ol o da hayatına devam etmeni isterdi' şeklinde cümleler duyacaksınız. Önce onlara kızacaksınız. Nasıl oluyor da hayatlarına devam edebiliyorlar anlayamayacaksınız fakat gerçekten de hayat bir şekilde devam ediyor. Onsuz, eksik, buruk ama devam ediyor. 1. Duygularınızı bastırmayın. Ağlama hissine karşı koymayın. Çok büyük bir acı yaşadınız. Ağlamak, isyan etmek çok normal tepkiler. Duygularınızı istediğiniz şekilde dışa vurun. 2. Ailenizle ve yakın çevrenizle vakit geçirin. Kaybettiğiniz canınız sizin için ne kadar kıymetliyse, siz de hayatınızdaki insanlar için o kadar kıymetlisiniz. Onlarla vakit geçirin. Acınızı, üzüntünüzü, kızgınlığınızı onlarla paylaşın. Acı, paylaşarak hafifler. Yalnız kalmayın. 3. Destek gruplarına katılın. Psikolojik yardım almadan, böylesi bir acıyı atlatmak kolay değildir. Sizinle aynı acıları yaşamış, bunları atlatıp hayatına devam etmiş insanlarla tanışmak, iletişim kurmak, size güç verecektir. 4. Bunun bir süreç olduğunu kabullenin ve sabredin. Sabahları uyanıp yeni bir güne başlamak istemeyeceksiniz. Yaptığınız her şey anlamsız gelecek. Yemek yemek, işe/okula gitmek, günlük hayata devam etmek, size anlamsız gelecek. Gerçekten hepsi geçiyor. Bu süreci atlatmak, onu unutmak anlamına gelmez. Acınızla yaşamayı ve her şeye rağmen hayata devam etmeyi öğrenmeniz gerek. 5. Onu, güzel hatıralarınızla anın. Birlikte gittiğiniz sinemayı, sadece ikinizin güldüğü, başka insanların anlam veremediği şakaları, yağmur altında eve koşarken nasıl da özgür hissettiğinizi, size basit bir omlet yaptığında bile onun, dünyanın en güzel yemeği olduğunu, birlikte gittiğiniz tatilleri, gülüşünün size nasıl yaşama sevinci verdiğini hatırlayın. Hayatın onunlayken muhteşem olduğunu, onsuzken de, hatıralarını düşünerek ne kadar güzel hissettirebileceğini unutmayın.
Zeki Demirkubuz’un kendini sürekli sorgulamak ve teorik herhangi bir sorun da olsa ona karşı yaklaşımda temelde kendini sürecin kritik bir aşamasına yerleştirip, orada ne yapardım üzerinden bunu yapan ne hissetmiştir diye düşünerek hayatı anlama ve okuma çabası hem üretkendir hem de tüketici. Boğaziçi’nde okuduğum yıllarda solcu bir arkadaşım vardı, İstanbulluydu, yurtta kalırdı, çünkü ailesinin evi Pendik’teydi. Hafta sonları eve her gittiğinde bir ara durmadan Nietzsche okumaya başlamıştı, süreçten geç haberim olmuştu, oysa yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi o zamanlar. Sırayla hepsini okudu Türkçede yayınlananları, bir ara duydum ki Nietzscheci olmuş, konuştuk. O zamanlar yarım kalmış bir Zerdüşt Böyle Buyurdu denemem olmuştu, onun dışında çeşitli aforizmaları, sözleri, şurada burada alıntılanan, sadece onları okumuştum. Ben de inançlı bir sosyalisttim, ne diyor Marx hakkında Nietzsche? Küçük görüyor dedi. Neyi küçük görüyor? Toplum için, başkaları için bir şeyler yapmayı, köle ruhluluk olarak görüyor, şaşırdım, köle ruhluluk neresindeki bu işin, aksine gönül yüceliği gerekir dedim. Neyse, laf dönüp dolaştı, ne okur, ne anlatır, teorisi nedir dedim. Okumaz o, sadece düşünür, kendi içine dalmış, kendini dinliyor, durmadan düşünüyor, zaten migreni var, gözleri de az görüyor, okumayı da gereksiz buluyor dedi. Şaşırdım. Yirminci yüzyıl felsefesini etkilediğini, kendi yaşamı boyunca çok az okunduğunu ve bilindiğini, asıl ölümünden ya da delirmesinden sonra anlaşıldığını, ama büyük bir inançla gelecekte keşfedileceğini bildiğini söyledi. Ben böyle bir insanın okumadan, tarihle hesaplaşmasını yapmadan, sadece kendi başına düşünerek kitap yazamayacağını, yazsa bile bunun geleceğe kalmayacağını söyledim. Bu şaşırdı, inanmadı, Nietzsche’nin böyle anlattığını Ecce Homo, onun yalan söylemez olduğunu ekledi, ben imkânsız dedim, ben de durmadan düşünüyorum, insanın kendini keşfetmesi için bile okumasının zorunlu olduğunu anlattım. O sırada bir başka arkadaş geldi, Nietzsche’nin yaşı ilerlediğinde, örneğin otuzunu geçtikten sonra hastalığının da arttığını, giderek zaten okuyamaz hale geldiğini, ara sıra bazı kitapları okuduğunu anlattı, ama ekledi Nietzsche bir filologdur. İş o zaman anlaşıldı, bu gerçekten olabilir, yani 30 yaşına kadar ciddi olarak okuyan, bir uzmanlık alanı olan birisinin iyi bir bellekle, derin bir hesaplaşmaya girebileceğine ikna oldum. Çoğu insan söylemez, Nietzsche’nin eserlerinde kökeni Antik Yunan Felsefesine ve sanatına dayanan çok şey vardır, hatta özü oradadır, ama kendi biyografisini yazarken, kendi felsefesinin dayanaklarını bile tam olarak açığa çıkartamayan birisi, ne zavallıca! Bu biraz şaşırdı, kabul etmek zorunda kaldı, insan kendini keşfetmeden, yani literatürle kavgasını vermeden, yalnızca düşünerek büyük eserler yaratması imkânsızdır, ilk önce kitaplar insana düşünmeyi öğretir çünkü. İnsanlığın bilmem kaç yılda kat ettiği bir süreci kendi başına kat etmesi, üstelik bunu bir ömre sığdırması imkânsızdır. Ama bir insanın çok iyi öğrendiği bir alan üzerine dayanarak, oradan başka alanlara pek çok yöntembilgisel taşıma ile yeni bir bilgi türetiyormuş gibi üretimde bulunması, ya da sistematik uzmanlaşma yaşadığı bir alandan analitik bir sorgulama sürecini başka alanlara taşıması mümkündür, ama elbette sınırlı bir biçimde. Şunun için, ne bilgi biter, ne de doğanın bir insan için yeni ve farklı bir durum yaratma ve onda keşfedilecek yeni bir unsur yaratma potansiyeli, buna ister insanın dinsel imtihanı deyin ister doğanın sonsuz doğurganlığı, keşif sonsuzdur, döngü ve tamamlanmış bir imtihan dünyası eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu açıdan Nietzsche ve sürekli kendini sorgulama süreçleri için sadece şunu söyleyeyim, insanın kendisiyle radikal hesaplaşması açısından insanlık için büyük bir deneyimdir Nietzsche’nin kat ettiği yol, ama tamamlanmış bir deneyim içinse son derece kısırdır, çünkü analitik olmayan bir şeyin hem ömrü sınırlıdır, hem de sorgulayıcı yanı, yani kalıcılığı. Çünkü ister bir felsefi eser olsun, ister bir sanatsal yaratı ya da politik bir söylem, hatta Nietzsche’nin de Şen Bilim’de söylediği gibi, ilk önce ne dediği kadar ne demediğini de belirtmek zorundadır, bunun için analitik bir yaklaşımdan daha derin ve kalıcı bir yöntemi insanlık bilmiyor. Ne oldu, sonunda, en sıradan ve en bayağı, adilik yolundan hiç şaşmayan insanların da içinde bulunduğu ve yenilen insanın kendisiyle yüzleşme çabasına da eşlik eden bir metin çıktı ortaya. Nietzsche’nin faşizme esin kaynağı olması, ya da eylem kaçkınları için bir sığınak olması meselesine gelince, hem kendisiyle yüzleşmesi nesnel dayanağını kaybettiği için, hem de eserine karşı toplumsal tepkiler her zaman eksik kaldığı için, sahipsizdir. Yalnızlığının ürettiği saldırganlık nedeniyle Nietzsche “savaş sevgili kardeşlerim” diye nutuklar attı. Çok açık, Nietzsche Alman ordusuna katılmış, yaralanmış, bir savaşa katılma arzusu hastalıkları nedeniyle reddedilmiş birisi. Onun yücelme ve kendi hududunu görme arzusu karşısında, Dostoyevski’nin eylemde uç noktalara gidip, kendiyle hesaplaşma süreci arasında büyük bir fark var. Nietzsche pek çok insani edime karşı büyük bir horgörme ile yaklaşabilir, ama sonuç olarak kendi psikolojik çözümlemeleri, çok açık ve yalın bir gerçektir bu, Dostoyevski’ninki karşısında çelimsiz kalır. Kendi hudutlarını göremeyen birisidir, onun kendisiyle mücadelesi dinsel perhizciliğe benzer, aynı nedenle büyük lafları cezp edici aforizmalar şeklinde söyleyebilir, ama eylemin bilgisi her zaman eksik kalacaktır. Kendini dinle elbette iyi edersin, ama eylem çağırdığında, kendinle yüzleşmeni sağlayacak olan kendi hataların ve elbette yolda giderken yaptığın rasyonalizasyonlarındır. Nietzsche bir filozof olarak bütün iddialarının aksine yaşamı kastre eden birisidir, yalnızlık ve ormanlar, deniz kenarları, ırmak boyları, insanlardan kaçış ve hayvanlarla söyleşiler hayatında önemli bir yer tutar, ama insan deneyimleri ve elbette yaşamın kendini sınaması açısından züğürttür. Dostoyevski’yi yapan şeyden, yani eylem içindeki felsefeden biraz habersizdir. Şan ve nam için büyük nutuklar atarken, aslında yaratıcı değil kısırdır. Aslolan ötekiyle empati yaparken, ötekinin eylemine açık olmaktır, yoksa eylemi kastre ettiğinde kaçınılmaz olarak kendini de kısırlaştırmış olursun, hayata bağrı açık olmayan insan, küçük insanı tuhaf derecede iyi tanıyabilir, ama aynı zamanda aklını da köreltecektir. Yücelik peşinde koşarken, insanın insan olmaya yakışır büyük erdemlerinin de keşfedilme ve kendini sınama süreci eksik kaldığı için, gururla haykırdığı büyük sözler, hayatın sınayıcılığı açısından her zaman kısır kalacaktır. İsteyen zafer peşinde koşsun, bilgelik ancak yenilgiyle gelir çünkü. Zafer peşinde her tür yüceleştirme çabası eninde sonunda pratik hayatın zenginliğini kurmaca dünya içinde yeniden yaratamaz, Nietzsche’nin kendince başyapıtı saydığı Zerdüşt Böyle Buyurdu’nun olgusal dünyası, insana dair iç gözlemleri, ister Shakespeare isterse Dostoyevski’yi alalım, müthiş kısır kalır, kuru nutuk formatına bürünür, eylemin zenginliği eksiktir çünkü. Eylem yani somut alanı yalnızca kişiyi kendiyle yüzleştirmez, aynı zamanda sonsuz bir durum zenginliği yaratır. Zeki Demirkubuz için açıkça söylemem gerekirse, filmlerinin kurmaca dünyası ne yazık ki sınırlıdır, insanın kendi tasarımının zenginliği için kritik halkayı kurarken çok ciddi durumları yaratması gerekir. Bunu da eylemden başka verecek, hayatın akışından türetmekten başka bir şey yoktur, doğanın yarattığı durumlar karşısında, insanın kendi tasarımları her zaman çok kısır kalır. Bu anlamda hem Shakespeare’in en büyük oyunlarının monografilere dayanması, Dostoyevski’nin inanılmaz pratik eylemi üzerine inşa edilmiş romanları, hep belirli bir çatıyı doğadan devralmaya dayanır, üstelik bu doğadan devralınan olgular dünyası, yalnız yazar için değil, okuyucu ya da seyirci için de müthiş ortak deneyim alanı yaratır. Büyük aforizmaların etkisi sınırlıdır, aforizmanın en iyi gideri eylemin en kritik anında söylendiğinde yerini bulur. Bu açıdan söyleyeceğim şu, evet bir yüzleşme insana çok şeyi getirir, ama gerisinde zengin bir eylem alanı üzerine inşa edilmişse, hayatı yadsıyan tavır aynı zamanda bilgelikten ve yenilginin sonsuz eğiticiliğinden de uzak kalır. Gurur şenliği düzenleyip Nietzsche’nin üstinsanı peşinde koşarken, insan kendi eylemleri için rehber bulmak yerine, kimi sonuçlar çıkardığında, bazı şeylerde ortaklaşabilir, ama o kadar olur. Hayatı kısırlaştırmak yeniden hayata aç olmaktan başka sonuç vermez, önemli olan el etek çekip büyüklük nutukları atmak değil, hayatın içinde saf ve büyük olmaktır, nesnellik ya da gerçeklik eğiticidir, çünkü biricik sınama merciidir, alternatifi yoktur ve onun karşısında her zaman yetersizizdir, yetersizlik ise yüzleşmenin en temel nedenidir. İnsan çok güçlü olsaydı, bırakın sorgulamayı ya da yüzleşmeyi sadece daha yıkıcı olurdu, insanı ahlaklı/erdemli/bilge yapan güçsüzlüğüdür, yenilgi esastır, yara iyidir. Zengin duygu dünyası, züğürt olgu dünyası yaratıcı için yalnızca sığlaştırıcı olabilir.
Açık kalan damperi ile 2 kişinin ölümüne neden olan alkollü sürücü Çok pişmanım BURSA'da, yönetimindeki TIR'ın açık kalan damperinin köprüde takılı kalması sonucu Ümmügül Koç ile eşi Sadettin Koç'un ölümüne neden olan ve kaza sırasında promil alkollü olduğu ortaya çıkan 44 yaşındaki Cemil Sekmen'in 21 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanmasına başlandı. Tutuklu yargılanan Sekmen, “Damper köprüde takılı kalınca kurtarıcı aramaya gittim. Yaklaşık 2 saat sonra polisler beni cepten aradılar. Olayı öğrenince korktum, çok pişmanım” geçtiğimiz 21 Şubat'ta Cemil Sekmen yönetimindeki 41 UE 460 plakalı TIR, Çevre Yolu'nun, İrfaniye Mahallesi yakınlarında damperi açık ilerlerken 5 metre yüksekliğindeki köprüye çarptı. TIR'ın damperi köprüye asılı kalırken şasi bölümü ise yaklaşık 100 metre ileri savruldu. Sürücünün TIR'ın kupası ile yoluna devam ettiği kazada, 61 yaşındaki Sadettin Koç yönetimindeki 16 GG 887 plakalı otomobil yola savrulan şasiye çarptı. Kazada Sadettin Koç ile yanında bulunan 58 yaşındaki eşi Ümmügül Koç öldü. Kaza ardından Cemil Sekmen, Merkez Nilüfer İlçesi sınırlarındaki Akçalar Mahallesi'nde saklandığı bir bağevinde yakalandı. İfadesinde, 'İsteyerek olmadı. Olay bir kazaydı. Dorsemin açık olduğunu hatırlamıyorum' dedi. Mahkemeye çıkartılan Sekmen PROMİL ALKOLLÜ ÇIKTIKaza anında alkollü olduğu belirlenen TIR sürücüsü Cemil Sekmen'in 'Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olmak' ve 'Trafik güvenliğini tehlikeye sokmak' suçlarından toplam 21 yıla kadar hapis cezası istemiyle Bursa 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasına başlandıDuruşmada ifadesi alınan Sekmen, olay günü damperin köprüye sıkıştıktan sonra ileri giderek, aracını durdurduğunu belirten Sekmen, “Damperi kurtarmak için kurtarıcı aramaya gittim. Yaklaşık 2 saat sonra polisler beni cepten aradılar. Olayı öğrenince korktum, çok pişmanım” dedi. Sekmen, damperin açık kalma durumu ile ilgili soru üzerine, “Damperin kalkması için aracın viteste olmaması, şoförün debriyaja basması, ardından da mandalın kaldırıp düğmeye basması gerekiyor” dedi. 'BİLE BİLE CANA KASTETMİŞTİR'Kazada anne ile babasını kaybeden ve sanıktan şikayetçi olduğunu belirten 33 yaşındaki Rukiye Aydın, “Sanığın en ağır şekilde cezalandırılmasını istiyorum. Pişman olduğuna inanmıyorum. Anlattıkları tanıkların beyanları ve olayın oluş şekli birbirini tutmuyor. Sanık önlem almamıştır. Bile bile cana kastetmiştir. Başka kişilerde olabilirdi” diye konuştu.'İKAZ ETMEYE ÇALIŞTIM'Duruşmada dinlenen tanıklardan otomobil sürücü 28 yaşındaki Alper Vuruş şunları anlattı“Yanımda Cihat Köse vardı. Aynı araçta olay günü seyir halindeydik. İzmir istikametinden İstanbul yönüne gidiyorduk. Kaza mahalline 2 kilometre kala önümüzdeki aracın yalpaladığını ve damperin açık olduğunu fark ettik. Haber vermek için gaza bastım, selektör yaparak ikaz etmeye çalıştım. Araç devam etti. Köprüye 300 metre kalınca, aracın durmayacağını fark ederek frene basarak, yavaşladım. Köprüye takıldı. Araç 6 metre gitti ve gaza basması ile tak sesi ile birlikte şase ile ön kafa değimiz kısım ayrıldığını gördüm. Daha sonraki kazayı görmedim, ancak çok kısa bir fren sesi duydum.”Mahkeme heyeti, avukatı tarafından tahliye talebin bulunan sürücü Cemil Sekmen'in tutukluluk halinin devamına, eksik evrakların tamamlanması için ileri bir tarihe
ölen kişinin gözleri neden açık kalır